İnsanlar, bir gün öleceği gerçeğini unutmuş halde yaşıyorlar, tabii
yaşamak denirse. Sonsuza kadar yaşayacağımızı düşünerek farkında olmadan
aldanıyoruz dünyaya.
Her akşam, sorsak sabaha kadar
yaşayacağımızın bir garantisini veremeyiz ama kurarız yine de çalar
saatin alarmını. Azrail’in her an kapımızı çalabileceğini düşünmeden,
planlar yapıyoruz durmadan. Ve düştüğümüz en büyük gaflet, hayallerimizi
fırsat varken yaşamayıp ertelerken, o hayalleri hiç yaşayamama riskini
almak.
Allah bilir, belki bu yazının sonunu getiremeyeceğim ben
de. Onlarca kez sonuna kadar dinlediğim şarkı belki bitecek benim için.
Ama bakın, hem yazıyı yazmaya hem de şarkıyı dinlemeye devam ediyorum.
Hatta o şarkı bitti yenisine geçtim şimdi.
Şimdi belki
diyorsunuzdur; ”Aga sen neyin kafasını yaşıyorsun, aynı yazıda kendinle
çelişiyorsun.” falan diye. Siz bunu diyene kadar diğer şarkı da bitti bu
arada başka şarkıya geçtim, haberiniz olsun. :)
Evet, oradan
çelişiyor gibi görünüyor olabilirim. Ama -belki yazının temel konusu
olduğu için- ölümün er ya da geç geleceği gerçeğini düşünerek, ‘ölümü
yaşayarak’ yazıyorum, ya da yazmaya çalışıyorum. Becerebildiğim konusu
şüpheli. ”Aga çok fark etti bak ya.” falan demeyin, farkediyor işte abi.
Peki, ne kadar sürecek bu gerçeği unutarak yaşamamız? Bir yakınımız
ölene kadar mı, bir kaza geçirene kadar mı, yoksa yaşlı bir tonton
dede/nine olana kadar mı? Belki de öldüğümüzü bile tam farketmeden ani
bir şekilde göçüp gideceğiz bu dünyadan, kaderimizde ne yazılı Allah’tan
başka kim bilebilir?
İnsan, hayatı yaşamaya ölümü yaşamaya başladığında başlar -eğer hayatı yaşamak için geç kalmamışsa-.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder